Mevlana'ya sormuşlar; “O kadar okursun, o kadar yazarsın, ne bilirsin?” Mevlana şu cevabı vermiş; “Haddimi bilirim.”
Malumunuz, geçtiğimiz günlerde Edirne de adaylıktan el çektirilen CHP adayı Şükrü Ciravoglu ile bir röportaj gerçekleştirdim. YouTube kanalımızda yayınlanan röportajda sayın Ciravoglu şehir efsanesine dönen adaylıktan istifa sürecini samimi bir şekilde anlattı. Detaylarına girmeyeceğim. Merak edenler @gozcu_tv kanalından izleyebilirler.
34 yıldır gazetecilik yapan birisi olarak, bu güne kadar ne bir siyasi partinin mensubu, ne de bir çıkar gurubunun maşası olmadım. Ne yandaş ne de yoldaş gazeteciyim. Ne sayın Ciravoğlu'nu ne de Edirne de başka bir siyasetçiyi tanımam. Kimin seçileceği de zerre kadar umrumda değil. Ben günlerce medya da tartışılan bir konunun muhatabını yayınıma konuk ederek işim olan gazeteciliği yaptım.
Edirne'nin seçimi Edirnelilerin meselesi. Siz o konuyu kendi aranızda halledersiniz.
Lakin yerel bir gazetenin yazarı Ciravoğlu konusundaki bir yazisinda kanalımızdan küçümseyerek bahsetmiş ki, işte bu noktada iki kelam etmek farz oldu.
Gerektiğinde keskin konuşacaksın, zira haddini bilmeyen odunlar için keskin balta gerek. (Anonim)
Ben beni ilgilendiren tarafından, gazetecilik açısından bakacağım olaya ! Yazı bana ulaştığında dikkatlice , defalarca okudum. Sonra kim yazmış ona baktım. Yazının sahibi yerel bir gazeteci, Lütfü Karakaş. Uzun yıllar Trakya Gazeteciler Cemiyeti Başkanlığı, Türkiye Gazeteciler Federasyonunda da Başkan Yardımcılığı yapmış. Halen Küresel Gazeteciler Konseyi Genel Sekreterliğini yürütüyor.
Gelelim Lütfü Karakaş'ın yazısına. Madde madde gideceğim.
- Şükrü abi diye başlayıp Şükrü diye bitirdiği yazısında Ciravoğlu'nun adaylığı ya da başkanlık sürecini yönetemeyecek dercede hasta olduğundan bahsediyor. Kendi isteği ile istifa ettiğinden, baskı ile istifa ettirildiğinin yalan olduğundan bahsediyor. Keşke ahkam keseceğine gazetecilik yapıp Ciravoğlu'nun doktorları ile görüşüp uzman görüşleri paylaşsaydın. Ciravoğlu baskıyı açıkça beyan ederken, kendisini arayıp detaylıca sorsaydin.
- Yazar sonra hızını alamayıp bize geliyor :)
"Ciravoğlu sektörün bilmediği, tanımadığı, Diyanet TV’ye dış yapım programlar hazırlayan Gözcü TV isimli You Tube kanalına konuşmuş, Muhtemelen isim benzerliği nedeniyle CHP’ye yakınlığı ile bilinen Sözcü TV ile Gözcü TV’yi karıştırmış olabilir." Yazmış bizim hakkimizda.
Üstünlük kompleksinin temelinde her zaman bir aşağılık kompleksi yatar...
Yazar aynı sitede Selanik başlıklı bir yazısında şunu yazıyor ;
Ankaralı gazetecilerden ‘taşralı’ muhabirlere sıra mı gelir. Öyle ya, öncelik onların…
Yerel medya da çok değerli meslektaşlarım, kardeşlerim, meslek büyügü abilerim vardır. Ve her zaman yardimlaşırız. Arada böyle kompleksli isimler çıkar. Değersizlik duygusu ile baş edebilmek için bazı insanlar aşağılık kompleksi geliştirirler. Kişi kendi değersizliğini çok yoğun yaşadığı için her daim kendini ispatlamak zorunda hisseder. Onun için böyle ünvaninda "Küresel" felan geçen janjanli dernekler felan kurarlar. Ama benim gazeteciligimi sorgulamaya kimsenin "Küresi" yetmez ! Çünkü birileri şeytan deresinde mangal yellerken ben dünyanın bir ucunda savaşlarda gerçek gazetecilik yapıyordum...
Diyanet TV ye dış yapım program yaptığımdan bahsetmiş. Aklınca beni Ak Partili yapacak :) Ne yapmışım? Hırsızlık mı yapmışım? İhaleye fesat mı karıştırmışım? Diyanet TV ye bir gezi programı yapmışım. Kentlerin tarihi ve kulturel zenginligini anlatmışım. Ki bu kentlerden biri de Edirne idi. Edirneyi tanıttım.
Sen kimsin ki, gazetecileri iş yaptiklari kurumlara göre kategorize edecek, itham edecek hakkı kendinde buluyorsun ?
Kibrit çöpü kadar ışık saçmayan insanların, kendilerini olimpiyat meşalesi gibi görmelerine ayar oluyorum. Popüler olmaya çalıştığınız kadar karakterli olmaya çalışsaydınız, sadece yazılarınız değil, insanlığınızda beğenilirdi...
Bu zihniyet degilmi ki zaten muhalefeti düştüğü çukurdan bir türlü cikaramayan. 12 yıl Gazeteciler Cemiyeti Başkanlığı yapmış birinin yazısında CHP ye yakınlığı ile bilinen Sözcü TV diye bahsetmesinden ben bir gazeteci olarak utandım. Düşünün ki bir cemiyet başkanı gazeteleri televizyonları şuna yakın buna yakın diye kategorize ediyor.
Gazeteleri gazeteciler yazar, ancak okuyucuIar yazdırır demiş Benjamin Franklin.
Evet, Edirne den bazı vatandaşlar aradı beni. Medyada yer alan iddiaların doğru olduğunu, arastirmami istediler. Ben de birinci ağızdan, olayın asıl muhatabindan cevaplari almak için röportaj yaptım. Yani işimi yaptim !
Çetin Emeç diyor ki ; Ben gazeteciyim. Ben yazmazsam, o yazmazsa kim yazacak?
Sen ne yaptın ?
Bu yayını planlayanların hesapları altüst olmuş gibi görünüyor dedin yazında. Yani beni plan yapmakla itham ettin.
Zihin fukara olunca, akıl ukala olurmuş der, Namık Kemal.
Belki bir gün "Küresel" bir toplantıda gazetecilik konusunda bir iki kelam etmen gerekirse, aklında bulunsun diye Abdi İpekçi nin gazeteciyi tarifini de buraya not düşüyorum;
Gazeteci edebiyatçı değildir. Röportajlarımızda bir sanatçı yazarın anlatım ustalığını bulamayacaksınız. Gazeteci tarihçi de değildir. Olayları geniş bir zaman perspektifi ile incelemesi, yorumlaması beklenmez. Ona düşen, gerçekleri yaşandığı an içinde aktarmaktır. Ama okurların gazeteciden istedikleri, bekledikleri başka bir şey de vardır: Uzak görüşlülük, yani eski deyimle kehanet… Bugünü anlatan gazeteciden yarının ne olacağı da sorulur. Bizim röportajlarımızda da ister istemez o kaçınılmaz soruyu cevaplama çabası güdülmüştür.
Geldik Kars'a...
- Lütfü Karakaş yazısının sonunda da bir açıklama yapıyor. Aslında bir suçüstünün itirafı bu not. Okuyucularına diyor ki ;
OKUYUCUYA NOT: Yazılarımın okuyucunun karşısına eksizlik ve hatasız çıkması için; harf, imla, noktalama işareti, tekrar ve anlam bozukluğu yönünden önce kendim kontrol ediyorum. Farklı bir göz ile yeniden bakılması amacıyla Öğretmen Celal Karakaş’a (soyadı benzerliği) gönderiyorum. Her zaman olduğu gibi, Kastamonu ziyaretimde araya girmesi nedeniyle bugünkü yazımı geçtiğimiz Cuma 14.00’te, ‘Hocam Pazartesi yazım bakabilir misiniz’ notu ile yolladım ve bana saat 15.28’te geri gönderdi. Ardından son kontrol için gazetemiz yazı işleri kadrosuna teslim ettim. Cuma günü Saat 17.05’te ilgisi olmayan bir yerden Pazartesi yayınlanacak yazım bana gönderildi. Bunun üzerine yaptığım araştırmada yazımın, Öğretmen Celal Karakaş tarafından Güngör Mazlum’a gönderildiğini anladım. Mazlum tarafından da CHP’li arkadaşlarına gönderildiğini tespit ettim. Yazım üç gün önceden paylaşılmış oldu, sızıntıyı önleyemedim hata benim. Okuyucularımın bilgisine sunarım.
Allah hiçbir gazeteciyi bu gibi bir açıklama yapmak zorunda bırakmasın.
Neden mi?
Önceki yazılarına baktım. Tonla imla ve yazım hataları var. (Hepsinin ekran görüntüsünü aldım) Bir tek bu yazıda mi aklına geldi redakte ettirmek ? Önceki yazılarda bu hassasiyetin olmadığına göre yazının seçmeni manüple etmek amacıyla senin tarafından servis edildiği de netleşmiş oluyor...
Netekim ;
Kimse pahalıdan satmasın kendini. Biz gayet iyi biliriz herkesin indirimli günlerini...
Yazıma ünlü heccav şair Rıza Tevfik'in şu dörtlüğü ile son veriyorum.
Fikrimi sarsmadı şimdiye değin
Arsızca sözleri bilmem ne beyin
Bana çifte atan şaşkın eşeğin
Kendi çiftesiyle beli kırılır.
...